Sandığım kadar iyi olmadığımı anladığım anlık ümitsizliklerde yok olmak istemek, sonra iyi olup olmamanın kimlerin kriterlerine göre olduğunu hatırlamak ve o kriterlerde bir hayat yaşamak istemediğimi hatırladım. Kendime geldim.
Eskiden kendine acımak, içip başarızsızlıklarını kutlamak, ağlamak bir beceri gibi gelirdi. Bunların hepsi "biliyorum" demekti. "Doğru kriterleri biliyorum, onları yakalayamadığımı görecek kadar zekiyim, kabul edecek kadar alçakgönüllü ve acısını dışa vuracak kadar cesurum."
Ne oyun ama! Nasıl bir tiyatro!
Kimin kriterleri? Neyi yakalayamadım? Ulan yakalayayım diye kendime dürüst kalamadım. Şimdi görüyorum da utanıyorum kendimden. Aman ne kadar başarılı olmuşum, ne kadar mutlu! Şak şak şak şak bravo. Yine başkalarının kriterlerine göre başarılı ve mutlu. Alayınızı...!
Esas şimdi yapıyorum zor olanı. Şimdi kendi kriterlerime göre başarısız olduğumu görüp de onları yakalayamadığımı görecek kadar cesurum (zeki değil), kabul edecek kadar insanım (alçakgönüllü değil) ve acımı dışa vuracak bir şey görmüyorum çünkü acımıyor. Acıtamaz. Sinirlendirebilir. Öfkelendirebilir. Ve bununla ilgili bir şey yapamayacağımı gördüğüm an hüzünle güldürebilir.
Ben oldum...
oldum mu ne...
Perde kapanır.
- Brava!!!!
- Brava!!!!
- Tekrar! Tekrar! Tekrar!
Bütün tiyatro ayaktaydı. Tiyatro dediğim şu post-modern fikirlerden. Hani şu evin salonundan hallice mekanın tiyatroya dönüştüğü hallerden. Oldu olacak 40 kişi ama hepsi ayakta. Oyun sonrası kokteyldeki yorumlar komik, gerçek değil, yani en azından söyleyen gerçek olmadığının farkında değil.
- Kızım oyunculuk süper! Pörfekt diyorum ya! Sımokin' hani! Ama bir de yazmışsın. Yani inanılmaz bir yeteneksin Ayşe!
- Di mi? Öyleyim di mi? Tenks canım. Şampanya aldın mı?
- Almaz mıyım? Çileklerle harika düşünmüşsün ama artık Berlin'de falan votka şat ve havyara kaydı bu. Rus usulü çok in! Hadi bir dahaki sefere. Oyunun affettiriyor kendini.
- Sağol canım aklımda tutacağım (S....git, o...karı! Kaç oyun, kaç sergi gördün sen?)
- Heeeey Ayşe! Ayşe! Ayşe! Bak tanıştıriim Matteo. Bütün oyunu kendisine çevirmek zorunda kaldım ama değdi. Bayıldı kızım sana. Matteo oyuncu koçu. Bulunmaz fırsat. Sadece 3 hafta İstanbul'da. Belki başka konularda da koçluk yapar ha! Hahahahaha!
- Ya git işine.
- Sahi diyorum kızım.
- ıııı...Aşe...
- Aşe değil. Ayyyşe güzelim Ayyyyşe.
- Oooo OK. I-şe.
- Bravo. Aynen.
- Great performans. Daaa iiiii olbiliiii. I help yu.
- Belki başka bir hayatta Matteo'cum.
- Ya kızım bak büyük fırsat diyorum.
- Ya ben de diyorum ki fırsat istemiyorum. Sana göre fırsat o. Hadi çilek zıkkımlan, havyar zıkkımlan.
Herkes gitsin ya. Bunu oyun sanan her gerizekalı gitsin ya.
- Ayşe Hanım.
- Buyrun. Sizi tanıyamadım.
- İtiraf etmem gerek, ben davetsiz katıldım oyununuzun galasına. Baktım herkes dalıyor bir yerden içeri. Araya kaynadım. İyi ki de kaynamışım.
- Çok sevindim. Siz nasıl buldunuz bakalım? Çok "gerçek" olmuş mu bari? Oyunculuk mu şahane, yazarlık mı? Yıkılmış mıyım? Çok Berlin-esque olmuş mu? Ne olmuş?
- Ayşe Hanım, ben sadece elinizi tutmak istedim. Siz kalkıp gerçekleri bir monolog yapmışsınız, tüm bu sizi güya en iyi tanıyan insanlar da hepsini oyun sanmış. İçgörünüz kuvvetli diye değerlendirip şampanya eşliğinde yorum yapıyorlar. O yüzden ben sadece elinizi tutmak istedim.
- Ben de elimi tutarken sizinle en yakın köprüden atlamak istedim şimdi.
- Ben de atlamayın diye tutmak istedim işte. Bunları çözmüşken atlanır mı?
- Ne zaman atlanır?
- Çözdüğünüzü sandıklarınızı da çözemediğinizi anladığınızda...
- mı atlanır?
- Hayır....anladığınızda hiç bir şeyin çözülmek için yaşanmadığını anladığınızda atlayacak bir şey olmadığı anlaşılır. Buraya boşuna girmiş olamam. Sizi tutmaya gelmişim belli ki. Tutabildim mi?
- Tuttunuz.
- Gidebilir miyim o zaman?
- Biraz daha kalsaydınız. Burada çok yalnızım.
- Malesef bir yemeğe yetişmem lazım.
- En azından adınız?
- Ayşe.
- Adaşız!
- Di mi? Öyle di mi?
- Ayşeeeeeeeeee! Hadi görl! Yemeğe geç kaldık. Ne yapıyorsun o camın önünde tek başına beybi?
- Ha?.....Haaaaaaaaaaaaaaaaaaa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder