08 Kasım 2009

Sadakat

“Gözüm görmesin seni, konuşacak bir şeyimiz kalmadı” dedi.

Yaptığından pişmanlık duymayan bir ifadeyle bakan yüzünü görmek istemiyordu. İçinde en ufak bir pişmanlık, üzüntü yok muydu? Demek ki artık onu sevmiyordu diye düşüneceği zaman da gelecekti ama şimdi bunu düşünecek kadar zavallı hissetmiyordu.

Aldatıldığını öğrendiğinde ilk hissetmesi gereken duygunun öfke olduğunu biliyordu. Şimdilik bu öfkeyle dolması yeterliydi. Kendisine hiç bir yararı olmadığı gibi, zararı olduğunu içten içe bilse de ona öğretilen ilk tepki öfkeydi. Bilmediği, bu süreç boyunca yaşayacağı duygu evreleriydi. Öfkesi dindikten sonra ilk gireceği evre sevilmeyen bir zavallı olduğu hissiydi. Onu, kendini koruma ihtiyacı takip edecek ve her şey için onu suçlayacaktı. Sonraki evre elinden gelen her şeyi yaptığını ve bunları haketmediğini kendine ve başkalarına onaylatmak isteyeceği savunma evresi olacaktı. En son, zaten kendisini haketmeyen bir ahmak olduğu kararına varacağı vurdumduymazlık evresini geçirecekti. Bunu da onu unutup iyileşebilmesinin bir parçası olarak görecekti.

Her şey yatıştığında ve hissedecek bir duygu kalmadığında ise sorgulama süreci başlayacaktı. Nedenler, nasıllar, başkaları da olmuş muydular, ne zamanlar... Hep ilişkiyi, kendini ve onu sorgulayan sorular gelecekti aklına.

Doğru sorular aklına hiç gelmeyecekti. Örneğin kendi sadakati sorgulandığı zaman onu aldatmamayı seçmesinin nedeni kendisi miydi? Sebep kendi prensipleri, kendi sadakati, kendi ahlakı mı olmuştu? Yoksa karşısındaki kabul etmiş olsaydı, bu ilişkinin ilk aldatanı kendi olmuş olmayacak mıydı? İlişkisine kendisi değil bir yabancı sadık kalmıştı. Kendisi değil, bir yabancı ilişkisini engel olarak kabul etmiş, bu ilişkiye girmemiş ve onu aldatmasına engel olmuştu. Zaten bu sadakati unutamadığı için yıllardır onu aklından çıkaramamıştı. Bu bile kendi içinde sadakatini sorgulamaya yetecek bir durumken, sorgulamak aklına hiç gelmeyecekti. Kendisine kalmış olsaydı, ilk aldatan o olmayacak mıydı? Bu soru da aklına hiç gelmeyecekti.

Ama tüm o zamanlar aklına gelecekti... Başka birine duyduğu ilgiyi bir adım öteye taşımaya izin vermediği zaman, geçmişten gelen bir fırsat karşısına çıktığında redettiği zaman, hayatının aşkını bulduğuna inandığı ama takip edecek cesareti olmadığı zaman... Tüm bu zamanlarda bile ona sadık kalmış, onu aldatmamıştı. Ne erdemliydi. İşte bunu düşünecekti.

Onu aldatmadığını düşünecekti. İlkinde yalnız kalma ihtimalini göze alamadığı için, bir başka sefer cesaret edemediği için, bir diğerinde karşılık göremediği için, sonunda da hayatının aşkı kabullenemediği için onu aldatmamıştı. Onun lugatında buna aldatmamak deniyordu, aldatamamak değil.

Tek düşünebileceği onun aldatmış olduğu ve bu yüzden hiç erdemli olmamasıydı. Hiç aklına gelmeyecek olan sorularsa... Acaba onunki nasıl olmuştu? O nasıl aldatabilmişti? Cesaret edebildiği için mi, sonunda yalnız kalabilme riskini göze aldığı için mi yoksa aşık olduğu için mi?

Evet, aldatılmanın tüm evrelerinden geçecekti. Öfke, zavallılık, suçlama, savunma, vurdumduymazlık, çözümleme... Ve hepsi ilişki, o ve kendiyle ilgili soruları ve düşünceleri kapsayacaktı. Hiç bir zaman her şeyin dışına çıkıp bakamayacaktı. Ve göremeyecekti... Sırf kendi yapamadığı bir şeyi o yapabildiği için, kendi sırasını savdığı, o ise sırasını değerlendirebildiği için, daha mutlu olma fırsatını kaçırdığı, o ise yakalayıp bırakmadığı için ona değil kendine kızdığını göremeyecekti. Kendi kendini hayal kırıklığına uğrattığını göremeyecekti. Bunu kabullenip kendiyle barışamayacaktı. Bu çok zordu; kendiyle barışmaktan daha zor. Çünkü konu kendi yaşadıkları olunca hiç birinin erdemle ilgili olmadığını göremeyecek ve kabullenemeyecek kadar riyakardı...hepimiz kadar.


Bu kısa hikaye Öykü Atölyesi tarafından belirlenen SADAKAT kelimesinin beynimden kovaladıklarıyla yazılmıştır.