07 Nisan 2010

Çay, Simit, Vapur




Bu sabah hava güzel, güvertede üşümem. Hah, iyi şurası boş.

- Pardon oturabilir miyim? Teşekkürler.

Biraz boğaz havası alayım, vakti geldi. Martılara bak, pis hırsızlar, ayrılmıyor dibimizden. O ise ne kadar farklı benden. Artan simitini hep martılara atıyor.

Ah, geldi işte! Dün nerelerdeydi acaba? Biraz solgun mu görünüyor? Hasta mıydı yoksa? Neyse bugün burda ya, boşver. Yine çay ve simit almış. Çay, simit, çay, simit, çay, simit...bıkmaz mı insan kardeşim! Bırak şimdi çayı, simiti. Bugün tanışmalıyım artık. Neden bir türlü doğru anı kollayamıyorum, doğru cümleyi kuramıyorum? Kaç ay oldu kurup duruyorum kafamda.

Bir dakika, o da kim yine? İş arkadaşı mı? Öyle duruyor. Öyle olmalı. Bugün de yatar. Bu gidişle hiç yalnız yakalayamayacağım.

***
Bu İstanbul'un havası da saçmaladı artık. Sanırsın dün gelmedi bahar. Bugün ne hava bu böyle? Yağmur yağdığına inanamıyorum. Ayakkabılar da yeni. Neyse nerde kaldı bu? Bugün de gelmezse, yine yarına kalacak tanışmak.

- Bir çay alabilir miyim? İçimiz ısınsın biraz. Teşekkürler.

Geldi! Geldi, geldi, geldi. Ne çok ıslanmış. N'olur yine hasta olmasın. Bu tarafa geliyor. Neden geliyor? Bana doğru geliyor. Yanılmıyorum. Resmen buraya geliyor. Tanrım! Belki de o benimle tanışır.

- Merhaba, bir çay alabilir miyim lütfen?

Tabii ya. Ne için gelecekti başka? Hah, simit de çıktı çantadan. Yahu ne aptalım. Neyse bir otursun da öyle gidip tanışayım. Gerçi güvertede olmayınca daha zor olacak herkesin içinde. Nasıl yapsam?

- Deniz! Deniiiiiz!

Bu kim lan? Offf, ne alaka bu şimdi ya.

- Deniz n'aber ya? Kaç yıl oldu? Nasılsın? Hiç değişmemişsin.
- Ya, evet. Senden n'aber? En az 5 yıl olmuştur.

Bi' git ya. Off gitti bugün de.

***
Aaaaaah, bu vapuru kaçıramam. Koş, koş, koş. O kadar sporu boşuna yapıyorum lan demek. Nefes nefese kaldım valla öleceğim. Atla, atla, atla, korkma lan atlaaaaa. Valla, kaçıracağım sandım. Ben geciktiğime göre o kesin buradadır. Nerede oturuyor acaba? Hava güzel ama güvertede yok. Belki o da geç geldi yer kalmadı. İçeri bakayım. Şu masadaki o mu? Evet, evet, evet o! Güzel tamam. İstenmeyen iş arkadaşları, beklenmedik eskiler yok. Çay, simit, çay, simit, düşün düşün düşün. Ne yapsam? Önce gidip bir çay alayım.

- Merhaba, oturabilir miyim? Başka masada yer kalmamış, masa olmayınca çay içmek zor oluyor.
- Tabii buyrun lütfen.
- Teşekkürler. Çok şey istiyorum ama bugün vapura geciktim simit alacak vaktim olmadı. Sizinkinden biraz alabilir miyim? Aç karnına içemiyorum şu çayı.

Aman tanışmak için ne kadar şahane bir cümle. Bu mudur yani? En iyi bunu mu buldum? Aferin bana. Çay narin bedenime dokunuyor. Yok artık!

- Ben de içemem. Böyle bir içimi burkuyor sanki.
- Ya di mi?

Tamam lan kes bu muhabbeti. Normal insan evladı ol. Bilgi al, bilgi al...

- Ben Deniz bu arada.
- Ben de Özgür. Memnun oldum. Hep görüyorum sizi burada.

Buyur burdan yak. O kadar çekin, tanışama, yanaşama ama o şak diye söylesin çekinmeden. Özgüven bu kardeşim.

- Ben de sizi görüyorum evet. Farketmemiştim diyemem.
- Ama ben sizi hep çay içerken görüyorum. Hiç simitle görmemiştim.

Neden muzip muzip gülümsüyor bu şimdi? Off yakalanmışız haberimiz yok. Nasıl kıvıracağım?

- Kahvaltı edip geliyorsunuz heralde değil mi? Yoksa çay dokunuyor ya.
- Batırırım ama çıkarırım da diyorsunuz. Güzel. Ama hakettim ben de. Daha üsturuplu tanışmalıydım. Üstelik ne zamandır da istiyordum. Daha iyisini düşünmeye kalksam bir kaç ay daha tanışamayacaktık.
- Tanışmasaydık. Ne olacaktı ki? Tanışınca ne olacak desem daha doğru aslında. Onun cevabı önemli.
- Bekleyip görebiliriz ya da beklemeden hemen bu akşam yemekte öğrenebiliriz.
- Bir randevu yani.
- Evet.
- 2 dakika önce tanıştık.
- Ne farkeder? Aslında tanışıyormuşuz da konuşmuyormuşuz zaten.
- Belki ben sıkıcı biriyim ya da psikopatım ya da eşcinselim nerden biliyorsun? Belki sizinle görüşmek benim için geleceği olan bir şey değil.
- Geleceği isteyen kim? Sadece bir akşam yemeyi istiyorum.
- Daha yeni tanıştık ama hep istiyorsunuz. Masama oturmak istiyorsunuz, simit istiyorsunuz, yemeğe çıkmak istiyorsunuz. İştah kabarık ama başkaları da aç mı merak etmiyorsunuz. Tipim olduğunuza emin değilim.
- Siz de başından beri lafınızı esirgemiyorsunuz, zekisiniz, esprilisiniz ama mesafelisiniz. Ben tipim olduğunuza eminim. Şimdi ne yapacağız?
- Beni aksine ikna etmeye çalışacaksınız diye umuyorum.

Sil şu dudaklarına yayılan gülümsemeyi, hemen sil. Karizma zaten kalmadı, bir de maymun olma. Sil şunu.

- Deniz! 5 yıl karşılaşma sonra git arka arkaya iki gün karşılaş. Ne şans! Ne yapıyorsun böyle tek başına dalıp gitmişsin uzaklara?
- Tek başıma mı?
- Görünmeyen bir arkadaşın yoksa...
- Nereye gitti?
- Kim?

Yine dalmışım, yine kurmuşum. Çayını simidini bitirmiş bile. Şu iş arkadaşı da yine bulmuş onu. Ne zaman kurmaktan vazgeçip de tanışacağım ya of? Ya kurduğum gibi gitmezse, ya elime yüzüme bulaştırırsam? Yok artık! O ne ya?! Elele tutuşmuyorlar heralde! Yok, olamaz ya... Salağım ben ya, aptalım. Elele tutuşuyorlar. İnanmıyorum ya.

- Deniz iyi misin sen Allah aşkına? Korkutma beni.
- Efendim? Ne? Ha, iyiyim tabii, iyiyim. Şahaneyim. Biraz ucundan salağım o kadar. Çay ister misin? Kendime alacağım ben.
- İsterim lütfen. Simit de almıştım, paylaşırız. Güzel gider çayla.
- Yok ben yemem çayla bir şey. Teşekkürler.

Bu hikaye Öykü Atölyesi'nin belirlediği ve hikayenin tepesinde gördüğünüz fotoğrafın beynimden kovaladıklarıyla yazılmıştır.

2 yorum:

  1. Ahahaha niyeyse bana beni hatırlattı bu yazın... benden esinlenmiş olamazsın değil mi kuzen???

    YanıtlaSil
  2. yok yahu ne alaka?
    Ankara'dayken sana da anlattım ya bu hikayeyi.

    YanıtlaSil